Yumru -3-

İki hafta geçmişti.

Meliha tekrar kapıyı çalmamıştı.


Ama o günü düşündükçe, boğazındaki şey hâlâ oradaydı.

Tüm yalnızlık hikâyeleriyle birlikte.

Küçülmüş, ama orada.


Bulaşıkları yerleştirmesi gerektiğini düşündü ve mutfağa geçti.

Hafif bir “çıt” sesiyle bir fincan yere düştü.

Elinde kalan sapına baktı.


Gülümsemek ve ağlamak arasında bir yerdeydi.

Boğazındaki yumru kendini yeniden hissettirdi.


Ve tam o anda…


Gözleri doldu.

İlk kez, hiç çaba göstermeden geldi ses.


İnce bir hıçkırık gibi.

Tekrarı olmayan, titrek, zayıf… ama gerçek.


İçi hafifledi.


Hafiflemenin verdiği güçle bir cümle daha geldi.

Yavaş, neredeyse fısıltıyla:


“Ben yalnızım. Yapayalnız.”


Durdu. Korktu.

Ama hemen ardından başka bir cümle, daha cesurca sese büründü:


“Ama yalnız olmak istemiyorum.”


Sanki gömleğin boğaza dayanan düğmesi çözülmüş gibiydi.

Yıllardır içine gömdüğü her şey,

Kelime kelime olmasa da,

Nefes nefes çıkmaya başladı.


Aynanın karşısına geçti.

Boğazına dokundu.


Yumru hâlâ oradaydı.

Ama artık sadece… bir sümbülteber kökü gibiydi.


Şu an toprağın altında, gömülü.

Ama vakti geldiğinde

Mis gibi açacak bir çiçek.


Telefonu eline aldı.

Numarasını bilmiyordu.

Ama apartman görevlisinden isteyebilirdi.


Bir süre tereddüt etti.

Ama içindeki yalnızlığa veda etmek istiyor,

Güneşe doğru açılmayı bekleyen kelimelerini

Biriyle paylaşmak istiyordu.


Belki önce suskunluğu paylaşacaklardı.

Ama olsundu.


Sonra aradı.


Meliha açtı.


“Ben…” dedi.

Daha önce söyleyemediği gibi değil,

Söylemekten korkmadığı bir tonda.


“Ben… çay demledim. Gelir misiniz?”


Meliha, sanki bu daveti bekliyormuş gibi:

“Olur,” dedi.


Buna çok sevindi.


Beş dakika sonra kapı çaldı.


Yumru,

Bir bardak çayın buharında

Usulca erimeye başladı.

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yap
*yorumunuz misafir olarak yayınlanacaktır. İsminizle yorum yapabilmek için giriş yapın.