“Hiçbir özelliği olmayan günleri yaşamaktansa, harika bir 30 dakikam olmasını tercih ederim.”
Geçtiğimiz günlerde, nereden not aldığımı bile hatırlamadığım ama ismiyle bende güçlü bir iz bırakan “Çelik Manolyalar” (Steel Magnolias) filmini izledim. 80’li yılların o renkli ve samimi atmosferini hissettiren bu film, kalbimde çok kıymetli bir yere dokundu. Bu yüzden kısaca düşüncelerimi paylaşmak ve ilgilenenlere tavsiye etmek istedim.
Film, Amerikalı yazar Robert Harling’in gerçek hayat hikâyesine dayanıyor. Aslında bu hikâye, yazarın yaşadığı büyük bir kaybı yazıya dökmesiyle başlıyor.
Ana karakterimiz, böbrek hastası genç bir kadın. Sağlık sorunları nedeniyle doktorları çocuk sahibi olmamasını öneriyor; ancak o, 1982 yılında bir çocuk dünyaya getiriyor. Kısa süren annelik serüveninin ardından hastalığı ağırlaşıyor ve 1985’te hayatını kaybediyor.
Yazar, bu kaybın ardından yaşadıklarını bir tiyatro oyununa dönüştürüyor. Oyun, kendi küçük kasabalarında sahnelenmeye başlıyor. Başlangıçta ticari bir amaç güdülmediği için maddi zorluklar yaşanıyor, hatta oyun bir süre sahnelenemiyor. Bunun üzerine mahalleli kendi aralarında para toplayarak oyunu devam ettiriyor. Yazar, başta bu desteği kabul etmek istemese de, mahalle sakinlerinin “bunu kaybettiğimiz genç kadının anısına yapıyoruz” demesi üzerine ikna oluyor.
Tüm bu sürecin ardından, 1987 yılında oyun filme uyarlanıyor. Böylece hem 80’lerin o sıcak, samimi havası, hem de filmin dokunaklı hikâyesi bugüne kadar yaşamaya devam ediyor.
Tiyatro oyununun 19 dile çevrilip farklı ülkelerde sahnelenmiş olması da bence ayrı bir başarı. Ülkemizde ise “Çelik Manolyalar” adıyla, 2004 yılında sahnelenmiş. Günümüzde de sahnelense mutlaka izlemek isterdim doğrusu.
“Erkekler için çelik gibidir derler ama kadınlar daha güçlüdür.”
Filmin açık bir şekilde feminist bir yönü olduğunu söyleyebilirim. Kadın ve erkek rolleri dengeli dağıtılmış olsa da, hikâye ağırlıklı olarak kadınları ve onların omuzladığı yükleri ön plana çıkarıyor. Bu vurgu öyle zarif işlenmiş ki kimsenin rahatsız olacağını sanmıyorum. Ne de olsa yerinde ve dozunda yapılan her eleştiri, kabul edilebilir bir bakış açısıdır.
Öte yandan, filmde baba ve eş rolündeki erkek karakterlerin de güçlü yönleri ihmal edilmemiş. Destekleyici, onarıcı ve yapıcı yanları, hikâyenin dengeli anlatımını tamamlayan hoş detaylardı.
Filmin ana konusunun dışında, mahalle kültürünü özleyenler veya bu kavramı merak edenler için de ideal bir seçim. Komşuluk, dayanışma, anlayış, bireyi olduğu gibi kabullenmek… Hepsi bu filmde ince ince işlenmiş. Hani zaman zaman “Eskiden insanlar ne yapardı?” diye düşünürüz ya, işte tam da böyle şeyler yaparlarmış diyebilirim. Elbette kültürel farklılıklar var, olacaktır da; ama ana çizgiler, duygular ve insan ilişkileri evrensel.
”Benim hissettiğimi hissedene kadar birilerini vurmak istiyorum, vurmak istiyorum, vurmak istiyorum; sert bir şekilde.”
Bana göre filmin en sarsıcı ve unutulmaz kısmı, yas teması. Bknz yukarıdaki alındı. Bir annenin, henüz taze anne olmuş kızını kaybettiği o sahne… Üzüntü, öfke, keder, kabullenme… Ve o yasın içinde, annenin etrafını saran dostlarının tutumu… Bu sahneler öyle gerçek, öyle duygu yüklü işlenmiş ki, sırf o birkaç dakikalık derinlik için bile izlenmeye değer.
Tabii eski bir yapım olduğu için herkesin ilgisini çeker mi, emin değilim. Ama kırılganlık ve güç, yaşam ve ölüm, birlik ve dayanışma gibi temaların ustaca işlendiği, izleyende hoş bir tat bırakan bir film olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
İzlerseniz düşüncelerinizi ve duygularınızı benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum.
Şimdiden keyifli seyirler…
Harika
Güzel bir yazı dizisinin başlangıcı olacak gibi hissediyorum
Misafir - 27 Haz 2025 10:19