Kapı çaldı.
Her zamanki gibi tedirgin adımlarla açtı kapıyı. Gelen, apartmanın giriş katına yeni taşınan komşuydu. Orta yaşlarında, tuhaf derecede tanıdık bir yüz…
Adı Meliha’ydı.
“Elinizdeki posta bana ait galiba, yanlışlıkla size bırakmışlar,” dedi.
Zarfı uzattı. Kadının sesi o kadar sakindi ki, içinde taşıdığı bir başka yumruyu gizlemek ister gibiydi.
Sonra bir an duraksadı:
“İyi misiniz?” diye sordu Meliha.
Yıllardır kimse sormamıştı bu soruyu.
Sorsa da, o hiç cevaplamamıştı.
Hafif hafif öksürerek “Boğazımda bir şey var,” dedi.
İçinden öyle gelmişti.
Zaten uzun zamandır içinden hiçbir şey gelmiyordu.
Bu geldi ve hızlıca dökülüverdi kelimeler ağzından.
Meliha hiç şaşırmadı.
Boğazındaki o şeyi kendi hikâyesinden tanıyordu.
Bir an başını eğdi.
Sonra, elini kendi boğazına götürerek usulca fısıldadı:
“Benimki yıllar önce ses oldu. Ama o da kısık bir sesle ağlamaktı.”
Göz göze geldiler.
İlk kez biri onun yumrusunun sesini duymuş,
Duymakla kalmayıp kendi acısından tanımıştı.
Ve o an, boğazındaki yumru küçüldü.
İçinde bir çatlak oluştu.
Sanki bir tohum gibi, o saklı ses filiz verip çıkacakmış gibi…
Henüz kelime yoktu.
Ama ses vardı.
Ve elbet bir gün, kelimeler de güneş gibi doğacaktı.