Merhaba sevgili Kitap dostları. Bu yorumuma “çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane” bilmecesiyle başlamak istiyorum zira okuduğum kitapta sayfalar birbirine akarken hissettiğim şey buydu. Nar taneleri; kabuklarımız. Kabuklarımız; köşelerimiz, duvarlarımız. Köşeler ve duvarlar; hayatımız. Bazen üstümüze üstümüze gelen, bazen basmalarla, fistanlarla, çiçeklerle süslediğimiz hayatımız.
Kitap 3 nesil kadının hayatından birer tutam sunuyor okuyucusuna. Atasından gördüğünü şiar edinen, buna göre hayatını şekillendiren anneanne. Annesinden gördüğünü kopyalayan, mutluluğun sırrını bu şekilde çözen, kendinden bir parçayı hayatının merkezi yaptığında tamamlanmış zanneden bir anne. Annesiz yaşamında neyi şiar edineceğini bilemeyen, sorgulamak ile gördüğünü yaşamak arasında sancılar yaşayan bir kız.
Kazanç zannettiğimiz teslimiyetlerimiz, tutamadığımız yaslarımız, güçlü görünmeye çalışırken kendimizi kemirmemiz, güzelliklere yaptığımız kaçamak bakışlarımız, zorluklara sarılıp kalmalarımız ve daha nicesi…
Herkesin suçlu fakat hiç kimsenin suçunun olmadığı yaşamlardan geçiyoruz. Geçtiğimiz yollar, geçirdiğimiz günler, yaşadığımız her şey kabuk olup yapışıyor üzerimize. Üzerine bir de yakın çevremiz ve el-alemden eklenenler var ki çifte kavrulmuş etkisi yapıyor. Bakışlarımızda, duruşlarımızda, hislerimizde el-alemin kabuk izleri. İşte bu kitap biraz da bu şekilde temas ediyor okuyucusuna.
Peki bu kabukları sıyırıp atmak mı yoksa farkına varmak mı dersiniz? Ben farkına varmak derim. Zira yaşamımızın çeperinden geçen her şey bize temas etmiş oluyor. Bu temas eden şeyler zamanla kabuk bağlıyor ancak bizden bir parça oluyor. Parçam olan bir şeyi koparıp atmaktansa dönüştürüp kullanmayı yeğlerim. Nitekim bir şey öğreniyor yahut bir şeyin farkına varıyorsam bu kabuklar sayesinde oluyor tüm bunlar. Koparıp atmak reddetmekle eşdeğer. Böyle bir kavgaya gerek olmadığını düşünüyorum. Kabul edip dönüştürmek aynı zamanda şifa da oluyor insana.
Kitaba dönecek olursam; karakterlerin Ouroboros yılanı gibi kendi kendilerini yediğini, esasen küllerinden yeniden doğmaları gerekirken neredeyse kaldıkları yerden kendilerini yemeye devam ettiklerini düşündürdü bana. Kitaptaki kadınlar arasında dönüşümünü gerçekleştiren, kendi olma cesaretini gösteren bir tane karakter vardı, o da pırıl pırıl enerjisiyle Efsun’du. Benden duymuş olmayın ama kendi olma cesaretini gösteren herkes pırıl pırıl parlar.
Yazarın muhteşem bir analiz yeteneği olduğunu, aktarım ve anlatım gücünün ziyadesiyle kuvvetli olduğunu söylemeliyim. Kitap boyunca kuş bakışı bakarken aklımdan geçen tek cümle buydu. Akıcı bir okuma ile kitaptan kopmuyorsunuz ancak ben, karakterler arasındaki geçiş ve karmaşadan birazcık etkilendiğimi söyleyebilirim. Bir yerden sonra bu kimdi, neydi diye sorgulamayı bırakıp konuya adapte oldum. Nihayetinde kitabı bitirdiğimde tüm karakterlere iyice hakim olduğumu farkettim. Değişik bir okuma oldu benim için.
İster atalardan gelen karmik bağlar deyin, isterse anneden kıza aktarılan travmatik olaylar, her halükarda bedenimizde ve hislerimizde tezahür eden “o” şeyler hayatımızı şekillendiriyor. Şayet kabul etmekte zorlanıyorsak bu tür kitaplar en azından görmek ve gözlemlemek için araç oluyor. Neresinden baksanız güzel bir okuma sunan bu güzelce kitabı okumanızı tavsiye eder, hoş bir okuma serüveni dilerim.
Kendinizi kabuklarınızla birlikte kabul ettiğiniz, sevdiğiniz güzel günler dilerim.
Bir başka kitap yorumunda görüşmek üzere…